Gün gelir bir sürü şey
Zoruna gitmeye başlar gerçeğin
Yenilgiler de birikir ilenç de
Kentlerin sarı gözeneklerinde
Zoruna gitmeye başlar gerçeğin
Cemal Süreya‘nın Taşıran Damla‘sını okurken ister istemez gözlerim doluyor, zira bu şiirin bizatihi kendisi de içimdeki iğne uçlu duygular için bir taşıran damla.
Çok öfkeliyim ben uzun zamandır. Son bir yıldır. Son bir yıldır çok öfkeliyim ben. Üstelik bir zamanlar, sinirleri ince ince alınmış bir insandım ben. Ama onlar eski takvime göre ayarlanmış. Şimdiye uzaklar.
Peki son bir yılda ne oldu da bu hale geldim ben? Neden neredeyse her durumda, bir bardak suda fırtına koparıyorum? Ben Mikail miyim? Neden sürekli gözlerim ateş saçıyor, neden sürekli hiddetliyim, neden her doğru söze eğri bir yanıt veriyorum? Neden?
Ah bir bilsem!, diyordum kendi kendime bir süredir. Oysa fark ettim artık. Başta da belirttiğim durum hayli ayyuka çıkmış halde artık.
Yaşantıma yeni eklenen her şey, her tatsız olay, taşıran damla mertebesine yükseliyor otomatikman. Çünkü gerçekten içimde pek bir yer kalmadı. 45 metrekarelik vicdanımda, milyonlarca hatıra, üzüntü, kızgınlık vesair ile birlikte, tıklım tıkış oturmaya çalışıyorum bir süredir. Üstelik eşyaları da çıkarıp atamıyorum zira pencereler bir hayli küçük. Yok belki de!
Tahammül sınırlarımdayım artık. Her şeye karşı. Her şeye karşı tahammül sınırlarımdayım artık. En küçük söz bile içime giremeden, o bekleme salonundan dönüyor. İçime işleyemiyor, ki ben de onun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlayamıyorum. Geldiği gibi sekerek dönüyor. Ama o bekleme salonu kurşun geçirmez yelek etkisi yapıyor; mermiyi böğrüme yemiyorum ama vurduğu yer feci morarıyor.
Acıtıyor. Zarar veriyor.
Peki ya beni öfkelendiren insanlar? olaylar? şeyler? Onların hiç mi suçu yok? Hep mi hep ben büyütüyorum her şeyi? Maalesef bunun yanıtını; hangi durumda haklı, hangi durumda haksız olduğumu bu aşamada bilemiyorum. Bilemiyorum çünkü arınık değilim. Benim kafam güzelken, karşımdaki sarhoş mu, nasıl bileyim?
Bu damlalara dair ne yapabilirim bilmiyorum. İçimi nasıl boşaltabilirim, düşünüyorum. Ama en azından artık düşünüyorum ve teşhisi de koydum diyebilirim. Yine, yeniden, bıkmadan: Maziye dair bir ferahlamaya ihtiyacım var. Evet, daha önce bununla -belki de sayısız kez- barıştım. Lâkin yetmiyor demek ki. Doymuyor canına yandığımın mazisi, elimdekileri zehirlemeyi sürdürüyor. Belki de onunla barışmak yerine ondan tamamen kurtulmanın yolu gerekli artık.
Şöyle tertemiz bir hafıza kaybı, hadi o olmasa da, birazcık bad sektör için neler vermezdim! Defrag tutmaz disklerimi silip atardım, low-level formatlara girişirdim.
* * *
Her şeyin olduğu gibi bunun da tedavisi bende. Daha az öfkelenmek, hatta belki yeniden, pek öfkelenmeyen birisine dönüşmek güzel olabilir. Hayat kalitemi ciddi anlamda etkileyen bu illet, beni yıpratmakla kalmıyor, çevremdekileri de üzüyor. Hakikaten, öfkeyle kalkan zararla oturuyor, zira öfkeyle kalkan insan, ruhunu iskemlede bırakıyor. Ayaktayken ruhsuz olunuyor, ruhsuz olunca da insan olunmuyor.
21 gram için birbirimizi kırıyoruz şurada.
Nihayet-siz bir yazı daha. Ancak bu kez amacı ûlvi. ♣