Budapeşte – Bir Girizgâh (ya da: Gerçeği Yadsımayı Bırakıp Özlemeyi Kafaya Nasıl Koydum?)

Önümde harita açık duruyor. Kaybolmadım. Özel bir yeri de aramıyorum. Ama haritaya bakmam gerekli yine de, çünkü hatırlamak istiyorum. Daha doğrusu unutmamak. Döneli bugün tam 73 gün oldu. Tam 73 gündür başka bir havayı kokluyorum yani, başka dediğime bakmayın, aslında en tanıdığım, bildiğim hava bu, ama benim için artık başka. Çünkü kendim buradaysam da, bazı organlarım orada kaldı. Kaldı ki iyi ki gittim, korkularıma rağmen gittim, korkularımla birlikte gittim.

“Öyle ya, yolculuğun değerini oluşturan şey korkudur. Yolculuk, benliğimizdeki bir tür iç ‘dekor’u yıkar. Yolculuk bu sığınaktan yoksun bırakır bizi. Sevdiklerimizden, dilimizden uzakta kalınca, tüm desteklerimizden kopup maskelerimizden yoksun kalınca (tramvay saatlerini bilmezsiniz, her şey de böyledir), kendi kendimizin yüzeyindeyizdir tümüyle. Ama bir de, ruhumuzu hasta bulunca, her varlığa, her nesneye, mucize değeri veririz. Düşünmeden dans eden bir kadın, bir perdenin ardından görülen bir masa üstündeki bir şişe: her bir imge bir simge olur.”

Beş aylık uzun ve kalın günlüğüm bu satırlarla açılıyor, Albert Camus’nün sözleriyle. Evet korka korka gittim ben de, korkak birisiyimdir çünkü. Ama korkunun ecele faydası olduğuna inanırım hem de her zaman. Korku sayesinde ihitiyatlı davranırız, korku sayesinde önlem alır, hayatta kalırız. Korku duygusu olmasaydı insan türü, bu kadar uzun zaman hayatta kalamazdı hatta. O yüzden korkarak gittim, korkarak döndüm. Korktuğum kadar yokmuş orası, ama burada hâlâ korkuyorum. Hiç bilmediğiniz bir yere gidebilirsiniz, bu yer yabancı bir ülke de olabilir. Hatta orada uzun süre kalabilirsiniz. Bunlar hayatta var. Ama gittiğiniz yerde birkaç aydan fazla kalır, üstüne bir de oraya alışırsanız, işler biraz yokuşa sürülebilir. Kilit kelime de bu belki: Alışmak. Her şey bunun altından çıkıyor, bütün sorunlar yine burada çözüme ulaşıyor. Ben oraya alıştım, orada olmaya alıştım. Oradaki yalnızlığa, kalabalığa alıştım. Oranın mutsuzluğuna da, sevincine de alıştım. En çok da, burada olmamaya alıştım. Umarım kabuğunu beğenmeyen civciv tadında olmuyordur dediklerim, ya da “abi yurtdışı çok başka yea” sığlığından uzaktayımdır. Hiç istemiyorum çünkü bunu. Şimdi elimden pek bir şey gelmiyor. Önümdeki haritaya bakıp iç çekiyorum. “Keşke” diyorum bol bol ki keşke kelimesinden oldum olası nefret etmişimdir. Ama keşkenin yanında “belki”yi de kullanıyorum bu kez. Belki diyorum, tekrar, yakında. Ya da uzakta. Ama belki. (Evet Cenk Abi, ben hep belki dedim.)

* * *

“Oktogon” diyor önümdeki haritada. Oktogon diye bir yer. Evet isminden de anlaşılabileceği üzere sekizgen bir meydan bu. Bir yanında McDonald’s var mesela, geceleri kafa güzelken alınan çizburgerlerin mekanı. Kertész Utca’da bizim ev. Kertész Utca çok yakın Oktogon’a, yürüyerek 3 dakika. Bunun girişinde işte, sağ taraftaki büyük beyaz apartman, numarası 42-44. Kat 1, aslında 2, ama 1 diye geçiyor. Caddenin sonuna kadar yürürseniz Blaha Lujza meydanına çıkıyorsunuz ki bu iyi bir şey. Oradan Enisler’e ya da Deniseler’e gidebilirsiniz. Kafiye için yazmadım, gerçek. Ayrıca oradan 4-6’ya binerek hemen her yere de ulaşabilirsiniz. Gerçi 4-6 Oktogon’dan da binebilirdiniz, ama olsun, canınız biraz yürümek istedi anlaşılan. Ha yoksa biniş kartınız mı eskidi? Sorun değil, yakalanmazsanız ben de söylemem. Oktogon, Deák Ferenc Tér, Margitsziget, Hösök Tere, Andrassy ve daha nice güzelim yer. Ve daha nice deyişim, bazı yerlerin isimlerini unutmaya başlamış olmamdandır, acı hakikat. Unutmuş da olsam hepsini özledim, hepsine alışmıştım çünkü. Hepsinde yürüdüm, gezdim, bol bol anı bıraktım. Şehrin kolektif hafızasına katkıda bulundum bol bol çünkü ben de diğer herkes gibi unutulmak istemedim. Fotoğraf çektim zaten bol bol, merak etmeyin, hem makineyle hem de beyinle. Ama beynimle çektiklerim nedense daha canlı. Beynimle çektiklerim jpeg değil sanki, gif. Sessiz, kısa ama hareketli, yaşam dolu. Hâlâ aktif minik volkanlar. İstediğimde görüyorum -kulağımda müzik.

* * *

İtiraf etmeliyim ki, bir gezi yazısı yazmak amacıyla başladım buna, Erasmus’ta neler yaşadığımı biraz olsun anlatayım, vesaire. Ama henüz gelememişim o kıvama, gayet anladım. Henüz hiç de nesnel değilim Budapeşte’ye karşı, hâlâ kendisine karşı ciddi duygular besliyorum, aşamadım onu. Bende bıraktığı iz hâlâ sıcak, taptaze; anlaşılıyor ki pek uzaklaşmış olamam! Öyle bir yazı da çıkacak ortaya biliyorum. Ama henüz değil. -miş. ♠ Bdpst