Fantastik edebiyat, depresyon ve intihar arasında güçlü bir bağlantı var.
İlk bakışta çok ilgisiz gibi görünen bu üç kavram, neyse ki çok kısa süre sonra, yani neredeyse hemen ikinci bakışta, birbirlerine karşı boş olmadıklarını da ortaya seriyor. Sadece şu ilk cümle üstüne düşününce bile insan, birtakım sinir hücrelerini, kabloları, bağlantı hücrelerini vesairleri falan kolayca görüyor.
Ama sözkonusu bu bağlantı, =’den ziyade < ile ifade edilebilir bence. Tabii bu <’lük, sahip oldukları kudretin bir yansıması değil. Daha çok… kapsama olarak düşünebiliriz.
Ulan. Kapsamanın işareti vardı zaten ya. Boşu boşuna kafa yoruyorum, konudan sapıyorum.
∋ idi galiba. Evet.
HER NEYSE. Öncelikle, bu üç kavramın üçünün de, özünde kaçış olduğunu fark etmek lazım. Fantastik edebiyat mesela, kaçış edebiyatının temel dayanaklarından birisi; iyisiyle kötüsüyle, alegorik olanıyla dümdüzüyle, gerçek dünyadan sıkılan edebiyatseverlerin uğrak noktası her zaman. Buna, kuzen tür bilimkurgu da eklenebilir.
Depresyon ise doğrudan hayattan kaçış; hayatın getirdiği sorumluluklardan, insanlardan, paradan puldan, işten güçten, hatta bazen evden barktan… ama tabii ki, en çok da kendinden.
İntihara gelince… Aslında intihar da, doğrudan hayattan kaçış. Ama o daha çok… evet, hayattan doğrudan çıkış.
Kapsama mevzusu da burada zaten.
Son seçeneğin geri dönüşü yok elbette. Ve birtakım kişiler aksini iddia etse de, ölümden sonra yaşam da yok. Tam anlamıyla bir karadelik yani intihar; her şeyi tamamen sonlandıran, başlangıcı olan her şeyin bir sonunun da olduğunu vurgulayan, sağlam, siyah bir duvar. Gereği var mı? Bence yok. Tam da bu “sonluluk” yüzünden yok hem de. İster iyimser deyin ister naif, hayatın neler getireceğini bilemeyiz.
Aslında hayatın değil, kendimizin. Çünkü gerçekten de hiçbir şey yapmayınca hiçbir şey olmuyor.
Siyah değilse de koyu bir gri olan depresyon da işte (itiraf ediyorum: “gri duygu” lafını Andreas Steinhöfel’den çaldım), bu hiçbir şey yapmama hâlini, yani tıptaki adıyla bilmemne’yi (tıpta bir adı vardı bunun, eminim. Kal gelmek gibi bir şey. Yuh, tıp ile kal gelmeyi birleştirdim, yuh bana) bünyeye dayatıyor. İnsan yine bir şekilde kaçmayı başarıyor sonuçta, hem hayattan hem de kendinden; fakat bu, neredeyse her zaman, geçici bir dönem oluyor.
Ve işte bu noktada, depresyon ile fantastik edebiyat arasındaki, hemen hemen ⊇ durumuna geliyoruz; ikisinde de mevcut olan, ikisini de cezbedici kılan, ikisini de içinden çıkmayı istetmez hâle getiren duyguya:
Huzura.
Kaçış, hele de yeraltının falan da en dibiyse, her zaman huzur verir. Huzur, yapay da olsa insana haz verir. Haz ise onu terk etmenizi engellemek için elindeki her şeyi verir.
Hatırlıyorum: Hayatımın en huzur dolu, en mutsuz günlerini (evet, mutluluktan bahsetmedim; huzurlu ve mutsuz olmak son derece mümkündür) seneler önceki depresyonumdayken geçirmiştim. Aylarca eve kapanmış, gri alanda durup bekleyerek intiharı da sık sık düşünmüş, ama nihayetinde kendimi edebiyata, özellikle de bilimkurgu ve fantastik edebiyata vermiştim. Tam anlamıyla arada, sırat köprüsünün üstünde kalmıştım yani ve bir şekilde, ışığa gitmeyi reddetmiştim. (Yani, hemen hemen.) Fakat sonuçta işte, kitaplarda kendimi bularak hayata geri dönmüştüm. Çünkü, eğer içinizde bir parça yaratma arzusu da varsa, en büyük haz kaynağı bile bir süre sonra monotonlaşır. Hep daha fazlasını istersiniz ama bulamazsınız. (Fakat bu bambaşka bir konu tabii.)
Kaçış, hele de fantastik edebiyatın falan da en köklü eserleriyse, her zaman haz verir. Haz, yapay da olsa insana huzur ve yaşama sevinci aşılar. Yaşama sevinci ise, ona tutunduğunuz ve onu kesinlikle bırakmadığınız takdirde sizi alır götürür, hayata bağlar.
Yani sonunda, o en baştaki denklem tersine döner.
Sosyal bilimlerin aritmetiği matematiğin aritmetiği gibi değil çünkü. Değişken, sevişken, sevecen ve sıcak.
Yani, hemen hemen. ♣